Yazar: 20:33 Gündem, Köşe Yazıları, Manşet Haberler

Türklerin efsanevi HAARP silahı: Yâdâ Taşı…

Yok-durur ortalarında arb-u ceng.” (Aşık Paşa, Garib-name, 1330)

Bu yazıda size komplo teorilerini savunup depremin HAARP teknolojisi ile tetiklendiğini anlatmayacağım. Sıra dışı ve ilgi çekici bazı teorileri adanmışlık ve tutkuyla doğrulamaya da çalışmayacağım. Ancak Türk tarihi ve efsanelerinde yer alan, bir çeşit “iklim ve deprem silahı” olarak kullanıldığı söylenen Yâdâ taşlarından bahsetmekte fayda var. Hikaye, efsane ya da masal…  Yâdâ veya Türkçe (y/c) ses değişimi ile “Câdâ”… Batı dillerindeki söylenişi ile “Jade”… Yani “Yeşim taşı…”

FELAKET

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük doğal afetlerinden birini yaşadık. Aslında arka arkaya iki felaket yaşadık demek çok daha doğru belki de. İlki 7,7 ve ikincisi 7,6 büyüklüğündeki iki deprem; Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay’da büyük yıkıma yol açtı. İkiz depremler alışılmadık şekilde çok şiddetliydi. Afetin yaşandığı bölge çok büyüktü.  Korkunç bir yıkım ve tarif edilemez acılara sebep oldu.

Böylesine korkunç bir felaket sonrasında yardımlar gecikince, yetkili birimler yeteri kadar organize olamayınca, yıkılan binaların görüntülerini izledikçe, çaresiz insanların feryatlarını duydukça içimiz yandı, kahrolduk, üzüldük, öfkelendik. En kötüsü de elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Televizyon karşısında ve sosyal medyadan yıkımın büyüklüğünü, yaşanan acıları, ölen insanları gördükçe kendi halimize bile şükredemedik. Sıcak yatağımızdan, huzurlu evimizden, rahat yaşantımızdan utanır olduk. Allah, Türk Milletine yardım etsin.

SUÇLU

Yıkımı, kayıpları bir türlü kabullenemiyoruz. İsyan ediyor, bir suçlu arıyoruz. Geç gelen ekipler, organizasyon eksiklik ve hataları, verilen kötü kararlar, yanlış inşaat teknikleri, hatalı zemin seçimi, kötü yapı kalitesi, belediyeler, müteahhitler, kamu kurumları vs. vs… Birçoğu tartışılıyor, eleştiriliyor ve suçlanıyor. Haksız mıyız peki? Hayır! Olanları birilerine yükleyip içimiz rahat etsin mi istiyoruz sadece? Tabii ki hayır! Peki, bu kadar büyük kayıpların arkasındaki suçlu ya da suçlular kim?

İnsanımız çaresizlik içinde bir suçlu ararken konuşulan en popüler konulardan birisi de HAARP. Kimi bu kelimeyi duyar duymaz saçma bir komplo teorisi olarak yaftalayıp olayın için yüzünü araştırmadan, sorgulamadan, irdelemeden konuyu kendi kafasında noktalıyor. Kimi de HAARP teknolojisini ve dolayısı ile Amerika’yı depremin hatta gelmiş geçmiş tüm depremlerin tek suçlusu olarak görüp kesin bir yargıya varıyor.

Konuyu tartıştığım birkaç arkadaşım “ben inanmıyorum” diyerek konuyu kestirip attı. Birkaç başkası ise “ben inanıyorum, adamlar zaten savaş gemisi yollamıştı, devasa bayrak çekmişti, Silivri’de, Kağıthane’de fay hattı bile olmayan yerlerde deprem yapmışlardı. Bursa’da garip bulut gözlemlenmişti. Arka arkaya olan iki büyük deprem normal olamazdı. 1999 depremini de onlar yapmıştı” diye bu teoriyi şiddetle savundu. Konuyu yeteri kadar araştırmadı kimse.

BİLİM

“Ben inanıyorum. Ben inanmıyorum.” Bu kadar basit miydi gerçekten? Olaylar hakkında bu kadar net yargıya varmak akıl, mantık ve bilime yakışır mıydı? Bir gariplik vardı ama kimse tam anlamıyla adlandıramıyordu bir türlü. Dokuz saat arayla iki korkunç deprem yaşanmıştı. Artçıları bile çoğu büyük depremden daha güçlüydü. Arka arkaya yaşanan böylesine iki deprem alışılmışın dışındaydı. Özellikle 7,6 şiddetindeki ikinci deprem kafaların karışmasına sebep oluyordu. Deprem uzmanları bile yeni teoriler konuşmaya başlıyor ve “irkitilmiş deprem” gibi daha önce hiç duyulmamış tartışmalı terimler kullanmaya başlıyordu. Pazarcık merkezli ilk deprem ve artçıları tek bir hat üzerinde yüzlerce kilometrelik fay hattı üzerinde sıralanırken Elbistan’daki 7,6 şiddetindeki ikinci büyük deprem 10 km çapında mükemmele yakın bir daire içinde sınırlanırken neredeyse hepsinden daha büyük bir yıkıma yol açıyordu. (Bu konuyu uzmanları daha uzun süre tartışacak ve teoriler havada uçuşacak. Sonra da unutulup gidecek. Bir sonraki depreme kadar da hayatımızdan çıkacak bu konu. Umarım 1999 depremi sonrası Ahmet Mete Işıkara’nın başına gelenler yaşanmaz da hiçbiri en seksi erkek filan seçilmez)

Gelin biraz konuyu inceleyelim. Ama her zaman olduğu gibi multidisipliner yöntemler kullanalım. Etimoloji, tarih, felsefe, coğrafya, ilim ve fen… Peki, bilimin ışığında cevaplar bulabilecek miyiz? Şu bilim ve bilimin ışığı konusu da başka bir yazı başlığı olsun.

Haydi, minik bir ipucu verelim:  Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir. İlim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, dalalettir, cehalettir” demişti. “Bil” sözcüğünün kökeni 735 yılına tarihlenen (bu da ayrı bir tartışma konusudur) Orhun Yazıtları’na kadar gitmekte olsa da Atatürk “Bilim” kelimesini kullanmamış, ilim ve fen diye iki başka kavramdan bahsetmişti.

*İlk bakışta minik bir ince ayrım olarak gözüke bu iki kelime arasındaki büyük fark aslında başlı başına akademik düzeyde irdelenmesi gereken bir konudur. Bilim ve ilim…

HAARP

Bakalım her şeyi “çok iyi” bilen Wikipedia ağabeyimiz ne demiş: “Yüksek Frekanslı Aktif Aurorasal Araştırma Programı” adıyla bilinir.  İngilizce, “High Frequency Active Auroral Research Program” kelimelerinin baş harflerinden oluşan HAARP; ABD Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Alaska eyaletinin en büyük üniversitesi Alaska Fairbanks ve Defansif İleri Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA) tarafından finanse edilmiştir. Aktif aurora tabanlı, “iyonosferin özelliklerini ve davranışlarını araştırmak üzere” Alaska’da sürdürüldüğü iddia edilen çalışmadır. İngiliz havacılık şirketi “BAE Systems” tarafından tasarlanmış ve inşa edilmiştir. (Sadece bu paragrafı okuduğumuzda bile “Amerikan ordusu için geliştirilen bir silah sisteminden başka ne olabilir acaba?” dediğinizi duyar gibiyim.)

Alaska’da kurulu HAARP İstasyonu 1993 yılında faaliyete geçmiş olup şu an aktif olan IRI (İyonosferik Araştırma Aracı) 2007 yılında tamamlanmıştır. HAARP’ın 2008 yılı itibarıyla vergi ile finanse edilmiş 250 milyon $ harcaması gerçekleşmiştir. Mayıs 2013’te müteahhit değişikliğinin beklenmesi nedeniyle geçici olarak kapatılacağı bildirilmiş, Mayıs 2014’te HAARP programının bir yıl içerisinde tamamen sona erdirilebileceği belirtilmiştir. Ağustos 2015’te tesis ve tüm ekipmanları Alaska Fairbanks Üniversitesine devredilmiştir. (Amerikan ordusunun geliştirdiği ve ifşa olan tesis, gelen tepkiler sonrası aceleyle örtbas edilmiş olabilir mi? Kim bilir…)

HAARP’ın amacı iyonosferi analiz ederek radyo iletişim, izleme ve navigasyon için teknolojik iyileştirme potansiyelini araştırmaktır. HAARP programı Alaska Gaskona bölgesinde Amerikan Hava Kuvvetlerine ait bir arazi üzerinde yer alan ve yarı-arktik bir tesis olan HAARP Araştırma İstasyonunu işletmektedir. Bu istasyondaki en önemli ve en meşhur cihaz IRI’dır. Bu cihaz yüksek frekans bandında çalışan yüksek güçlü bir radyo vericisidir. IRI ile iyonosferin limitli bir bölgesi uyarılabilir. VHF ve UHS radarı, fluxgate manyetometresi, digisonde (bir iyonosferik ses cihazı), indüksiyon manyetometresi gibi diğer aletler IRI tarafından uyarılan bölgedeki fiziksel süreçlerin incelenmesi için kullanılır. Merkezde yüksek frekansta radyo sinyali yayınlayabilen toplam 180 adet anten bulunmaktadır. IRI ile iyonosferi anten gibi kullanarak düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar yaratılabilir ve zayıf kuzey ışıkları (aurora) benzeri parlamalar elde etmek mümkündür.

Türkler ile konunun ilgisine yaklaşırken biraz da komplo teorilerine değinelim. HAARP konusunda ortaya atılan birçok iddia olsa da bunların büyük bir kısmı KOMPLO olarak adlandırılmış ve değersizleştirilmiş durumda. Gelin yine Wikipedia’dan devam edelim isterseniz.

KOMPLO TEORİLERİ

HAARP projesi iklim kontrol silahı olması ve yapay deprem, zihin kontrolü yaratabilmesi gibi birçok komplo teorisine konu olmuştur. Bir kısım bilim insanları ve eleştirmenler tarafından bu iddiaların eksik veya hatalı bilgiye dayandığı, iddiaların tesisin kabiliyetlerinin çok üzerinde olduğu ve doğa biliminin kapsamını aştığı iddia edilmiştir. Stanford Üniversitesi profesörü, “Türk” bilim insanı Umran İnan, “Popular Science” dergisine verdiği demeçte iklim kontrolü ile ilgili komplo teorilerinin “tamamen yanlış bilgiye dayandığını” belirtmiş ve “Dünya gezegeninin (meteorolojik) sistemlerini ne yapsak bozamayız. Her ne kadar HAARP’ın yaydığı radyasyon çok büyük de olsa, bir şimşeğin gücü ile kıyaslandığında çok küçüktür ve tüm dünYâdâ  saniyede 50 ila 100 şimşek çakmaktadır, HAARP’ın yoğunluğu çok küçük” demiştir.

Yani anlayacağınız Wikipedia’ya göre konu kapandı. Hepsi palavra…

Peki Wikipedia’daki bilgileri kim giriyor? İlk bakışta kolektif bir çalışma olarak gözükse de şirket politikaları gereği, konusunda “uzman” kişilerin yazdıkları muteber kabul ediliyor. Akademisyen, bilim adamı, yazar ve araştırmacıların bilgi girişlerine öncelik veriliyor. Wikipedia’ya girilen her yeni “katkı” kontrol ediliyor. Buraya kadar kabul edilebilir ve doğru bir yöntem gibi gözükse de birçok sorun ve Wikipedia’nın stratejik olarak taraflı bilgi kaynağı olma yolunda emareler gösterdiği de söz konusu durumda. Örneğin bir üniversitenin tarih bölüm başkanı profesör hocamızın “Saka Türkleri” konusunda girdiği bilgiler, (kaynak kısmında daha önce hakemli bilimsel bir dergide yayınlanan makalesinden alıntılar yapıldığı halde) yaklaşık 13 dakika içinde hiçbir gerekçe gösterilmeden silindi.

(Haarp konusunda Barış Manço, Dönence ve insanlıktan gizlenen büyük sır isimli yazımız ilginizi çekebilir. https://anahtar.tv/2022/11/10/baris-manco-donence-insanliktan-gizlenen-buyuk-sir/ )

Tepkiden çekinen, ötekileştirilmek istemeyen anlı şanlı profesörler ve hocalarımız zaten artık bu toplara kolay kolay girmemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Kameralar önünde söyledikleri ile sonrasında kulaklara fısıldadıkları arasında çok büyük farklar var. Dürüst, ahlaklı ve mert akademisyenlerin tüm tepkileri göze alarak yaptığı yayınlar ve konuşmalar ise sistematik olarak linç kampanyalarına maruz kalıyor. Bilimin ışığında özgürce herkes fikrini söyleyebiliyor anlayacağınız.

TEYİT

Bir de “Fact Check” siteleri var. Örneğin “teyit.org, evrimagaci.org, malumatfurus.org” gibi doğrulama sitelerinin zaten en başından beri bu tip “KOMPLO TEORİLERİ” konusunda bakış açısı ve tavrı malum: “Hepsi saçmalık, hepsi uydurma”

Organizasyonel ve editoryal süreçlerinin “Uluslararası Doğruluk Kontrolü Ağı” (IFCN)‘nın prensipleriyle uyuştuğunu söyleyen bu siteler çalışmalarında tarafsız olduğunu, hakkaniyetli davrandığını, kaynak, finansal yapı ve organizasyonlarının şeffaf olduğunu, yöntem bilimlerinin herkese açık şekilde paylaştıklarını iddia ediyorlar. Çok güzel, harika, değil mi? Bakalım HAARP konusunu hangi yetenekli, konusunda uzman bilim adamları incelemiş?

Depremler sırasında görülen ışıklar ile HAARP teknolojisi arasında hiçbir bağlantı olmadığını ve yanlış bir bilgi olduğunu ispatlayan bilim insanımız lisans eğitimini ODTÜ Uluslararası ilişkiler bölümünde tamamlamış. Lisans süresince uluslararası özel hukuk, Orta Doğu politikaları, Türk dış politikası ve göç konularıyla ilgilenmiş. Şu anda ODTÜ Uluslararası İlişkiler yüksek lisans programında eğitim görüyor ve Afganistan’ın göç tarihi üzerine çalışıyormuş. Bilim ve teknolojiye oldukça hâkim gözüküyor. Etkileyici…

Bir başka örnek: Çanakkale açıklarına 30 Ekim İzmir depremi öncesi ise Ege Denizi açıklarına demir atan bir HAARP gemisi olduğu ve bu geminin depremlere neden olduğu gerçeği yansıtmıyor, HAARP bir tesis ve gemilerle taşınamıyor diyen bir bağımsız teyitçiyi daha inceleyelim.  İddialara konu olan aracın radar uyarı sistemi olduğunu ortaya çıkartan ve tüm bu iddiaların saçmalıktan ibaret olduğunu savunan bilim insanımız ise Anadolu Üniversitesi İletişim bilimleri fakültesi basın ve yayın bölümü mezunuymuş. Aynı üniversitenin Basın ve Yayın Anabilim dalında yüksek lisansına devam ediyormuş. Gayet muteber bilgi kaynağı olarak görebileceğimiz bu kişi de HAARP konusunda engin bilgiye sahip bir uzman bilim adamı anlaşılan. Çok düşündürücü…

Aynı kişiler aşıların hiçbir yan etkisi olmadığını, 5G teknolojisinin insanlara hiç zararının olmadığını, uçaklardan püskürtülen Chamtrails’in palavra olduğunu, Bill Gates’in dünya nüfusunu azaltmak istediği konuşmanın videosu olduğu halde saçma olduğunu filan da söylüyor. Post truth kavramına savaş açtığını iddia eden bu tip siteler kendi doğrularını kamuoyuna dikte etmeye çalışıyor. Genel olarak en sansasyonel başlıklarda tartışılan, merak edilen, araştırılan ne varsa doğrulama sitelerinin iktisatçı, radyo televizyoncu, sosyal medya uzmanı, ekonomist vs uzmanları hemen el atıyor ve konunun komplo teorisinden ibaret olduğunu, saçma, palavra ve maksatlı olduğunu ortaya koyuyor. İşin ilginci sürekli bilime atıflarda bulunan bu “bağımsız” teyitçilerin teknik konularda hiçbir yetkinliği ve uzmanlığı yok. Ama garip bir şekilde tüm doğruları biliyorlar. Peki ya gerçekler ne?

PARA

Hiçbir maddi çıkarı olmadığını ve kamuoyu yararına çalıştıklarını iddia eden bu doğruluk kontrol sitelerinin arkasında hangi güç var?

“Bir konunun arkasındaki gerçekleri merak ediyorsan yeşili takip et.” Atilla İlhan

Atilla İlhan’ın takip edin dediği yeşil malum, Amerikan Doları… Son zamanlarda yaptığı paylaşım ve analizlerde tarafsız olduğunu iddia ettiği halde oldukça tartışmalı hale gelen bu platformlardan birini ele alalım. Son beş senede sadece Facebook’dan haber teyidi için 5 milyon lira, ayrıca Avrupa’nın birçok sivil toplum kuruluşu ve AB büyükelçiliklerinden ise fon adıyla milyonlarca lira tahsil ediyor. ABD Büyükelçiliği, Birleşik Krallık Ankara Büyükelçiliği, İsveç Konsolosluğu, İsveç merkezli insan hakları kuruluşu ve Alman Yeşiller partisine bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren Heinrich Böll Vakfı da söz konusu siteye yüksek oranda bağışta bulunuyor.

Güzel tezgâh, karlı iş… Diğer bütün “doğruluk sorgulama ve teyit” sitelerinin de durumun bundan çok farklı değil. Teyit sitelerinin paylaşımlarını teyit edecek bir merci olmadığı için de taraflı ve manipülatif tüm analizler maalesef doğru kabul ediliyor. Peki, gerçek ne?

SORGULA

Herhangi bir konuya inanıp inanmamak çok içsel bir duygudur. Herkes inanç konusunda özgürdür. Ancak bilim söz konusu olduğunda inançlar devreden çıkar. Sorgulamak, araştırmak, incelemek, irdelemek, zorlamak, kanıtlar aramak gereklidir. Bilimsel bir metodoloji olarak Hegelyan diyalektiği kullanılabilecek en sistematik yöntemlerden birisidir.  Georg Wilhelm Friedrich Hegel diyalektiği tam bir felsefi çatışmaya dönüştürmüştür. Hegel’e göre mutlak fikrin tez, antitez ve sentez olarak diyalektik üçlü hareketiyle gerçekleşmesi ve bu şekilde anlaşılması gerekir. Diyalektik, bütün düşüncenin ve varlığın gelişim sürecidir. (Bu konu ile ilgili olabilecek bir diğer yazımızı okumak isterseniz https://anahtar.tv/2023/01/05/oku-hala-aklinizi-kullanmayacak-misiniz/)

Gelin biraz etimolojiden devam edelim.

HAARP ve HARP

“High Frequency Active Auroral Research Program” kelimelerinin baş harflerinden oluşan HAARP kelimesi kulağa çok tanıdık geliyor değil mi? Bilimsel bir çalışma değil de silah olduğu iddia edilen teknolojiye verilen adın “Harp” kelimesi benzerliği çok manidar gözüküyor. Peki, “harp” ne demek? Etimoloji sözlüklerine göre Azerice ve Özbekçe härb, Uygurca härp ve Arapça ḥrb kökünden gelen ḥarb حرب “savaş, cenk” sözcüğünden alıntıdır. Arapça ḥarba(t) “kısa mızrak”, Aramice/Süryanice χarbā, İbranice χəreb “kılıç”, Akatça χarbu “bir tür kesici savaş aleti” kelimelerinden türediği söylenmektedir. Savaş anlamına gelen kelimenin kökeninin silah olması da ilginç bir durum. Özellikle Türk lehçelerinde harp değil de haarp şeklinde yumuşatıp uzatılarak okunması da diğer bir dikkat çekici detay olsa gerek.

Peki Türkler ile HAARP’ın ilişkisi bu kadarcık mı? Devam edelim. Sırada biraz efsane, biraz mitoloji biraz da tarih var. Coğrafyamız ise Türkistan… Türkiye… Alp dağlarından başlayıp Çin Seddi’ne uzanan bölge…

Yâdâ taşı

Hepimizce malum… Biz Türklerin tarihi savaşlarla geçmiştir. Hunlardan Kök Türklere, Sakalardan Uygur Kaganlığına, Selçuklu’dan Osmanlıya ve hatta günümüze kadar bu sürekli devam etmiştir. Bu savaşlar insanoğlunun aletleri kullanmaya başlamasıyla ve demiri işlemesiyle birlikte kılıç, yay, ok, bıçak; ilerleyen tarihlerde ise ateşli silahlarla gerçekleştirilmiştir. Fakat bunların yanında Eski Türklerden itibaren kullandığına inanılan ilahî menşeli gizemli bir silah daha vardır: Yâdâ Taşı…

Yâdâ Taşı ile ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır. İlk olarak İslam müelliflerine göre Hz. Nuh Peygamber, Türkistan coğrafyasını oğlu Yafes’e verdiği zaman o, bu kurak ülkeyle ne yapacağını sordu. Babası da oğluna yağmur yağdırma kudretini bahşetti ve üzerinde dua ( İsm-i Azam) yazılı olan bir taş verdi. İhtiyaç halinde bu yazılı taş ile Allah’a dua edilerek yağmur yağdırılıyordu.

’Yâdâ  taşı’’ efsanesinin bilinen en eski hikayelerinden biri budur. Bir de Yâdâ taşlarının silah olarak kullanılması durumu var ki öncelikli olarak etimolojiden devam edelim. Sistematik olarak geçmişten günümüze bir efsanenin izlerini sürerken kelimelerin kökenleri bize her zaman yardımcı olacaktır.

Türkçe, yazılı olarak bilinen en eski tarihinden bu yana, çeşitli zamanlarda ve bölgelerde gerek ses, şekil ve söz dizimi açısından farklılıklar sergilemektedir. Bu farklılık gösteren kategorilerden bir tanesi de yaygın bir ses hadisesi olan sedalılaşmadır. Türkçenin yapısı gereği zaman içinde bazı sesler farklılaşır, coğrafya ve zamana göre değişime uğrar. Örneğin “ben” kelimesi Azerbaycan Türkleri tarafından “men” olarak okunur. Bunun birçok örneğinde olduğu gibi “Yâdâ” kelimesi “Câdâ” olarak da okunabilir. Câdâ kelimesinden batı dillerine bu kelime Jade olarak geçmiştir. İngilizce “ceyt” olarak okunurken Almancada ise “yâde” şeklinde seslendirilir. İşin bir başka ilginç tarafı ise yazının devamında değineceğimiz “kam” konusudur. Efsaneye göre Yâdâ veya “Câdâ” taşlarını kullanabilen kam kadınlarına ise “CADI” denmektedir.

HAFIZA

Öncelikli olarak kelimenin etimolojisi konusunda çok çeşitli teoriler mevcut. “Yad etmek” şeklinde günümüzde de kullandığımız “hafıza, hatırlamak, anımsamak” kelimesi ile anlam birlikteliği olması durumu doğru ise konu bambaşka bir yere doğru gider. Taşların hafızası olduğu, doğadaki çeşitli maden, mineral ve materyallerden oluşan taşların içine bilgi yazılabileceği, kayıt tutulabileceği konusu saçma, hurafe ya da garip geliyor mu ilk duyduğunuzda? Peki, şu an bu yazıyı okuduğunuz telefon veya bilgisayarın elektronik devrelerindeki yarı iletkenlerin, silikon yongaların da doğadaki taşlardan yapıldığını düşününce konu daha da ilginç bir boyut almıyor mu?

Saatlerin üzerinde de sık sık yazan Quartz kristali…

Etimoloji sözlüklerine göre ayrıca bu kelime Eski Türkçe yāt “yabancı” sözcüğünden evirilmiştir. Buradaki yabancı anlamı kişi olarak da düşünülebileceği gibi “bilinmeyen, anlaşılmayan, tanımlanamayan” anlamına da gelebilir. Kuran-ı Kerim’de de bilinmeyen canlı, varlık veya nesneler için “Cin” kelimesi de aynı amaçla kullanılmaktadır.

TESLA

Örneğin 100 sene önce birisine cep telefonu teknolojisini anlatmak isteyen birisi oldukça zorlanacaktı. Mevcutta benzer bir nesne veya teknolojik ürün olmadığı için ya bir şekilde betimleyecek ya da büyü, sihir, mucize olarak adlandıracaktı. 1926 yılında Nikola Tesla’nın gelecekteki akıllı telefonları anlattığı metin oldukça ilgi çekicidir.

Nikola Tesla, geleceği yorumladığı bir röportajda ileride mesafe olmaksızın insanlığın birbirleriyle iletişimde olacağını şu şekilde özetlemişti: “Sadece bu da değil, televizyon ve telefonun ötesinde kilometrelerce uzaklıkta dahi birbirimizi mükemmel bir şekilde göreceğiz ve duyacağız.  Ayrıca bu teknoloji bugünün telefonlarına kıyasla çok daha basit olacak, bir adam telefonunu cebinde taşıyabilecek.”

TARİH

Yâdâ taşı Çin, İslam ve Hristiyan kaynaklarında da geçmektedir. Elimizde bulunan en eski kaynaklardan biri olan Divan-u Lügati’t Türk’ te Kaşgarlı Mahmut Yâdâ taşını şöyle ifade eder: “Bir türlü kamlık(kahinliktir). Belli başlı taşlarla (Yâdâ taşı ile) yapılır. Böylelikle yağmur ve kar yağdırılır; rüzgâr estirilir. Bu, Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu Yağma ülkesinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi; bu suretle kar yağdırılırdı ve Ulu Tanrı’nın izniyle yangın söndürüldü.”

Altay’daki Koş-Agaç bölgesinde Cada-Taş olarak bilinen bu taş yağmur üreten olarak bilinir. Türk ve Moğol halkları arasında iyi bilinen hava olaylarını yönlendirmede önemli bir taştır.  Moğolca ve Türkçe konuşan halklar arasında bu taşın adı şu şekildedir: Yâdâ  / jada / sata / zadu, Kalmıklar (zada), Moğollar (dzada), Yakutlar (sata), Altaylar (jada).

Kırgız Sözlüğü’nde bu taş caytaş “koyun işkembesinde bulunan ve yağmur yağdırma hassasına malik olan küçük taş” denilmektedir.

Bu Yâdâ  Taşını kullananlar Kamlar olarak bilinmektedir. Bazı kaynaklarda “kam” yerine “şaman” kelimesi kullanılmakta olsa da bu oldukça yanlıştır. Rus bilim adamları tarafından “şaman” olarak adlandırılan kutsal kişilerin doğru ismi kamdır. Gök Tengri inancına sahip olan Türkler hiçbir zaman şamanizme inanmamış ve hiçbir zaman dini ayinler şamanlar tarafından gerçekleştirilmemiştir.

Kam, Türk, Altay ve Moğol halk kültüründe büyücü din büyüğü ve şifacıdır. “Gam” veya “Ham” olarak da söylenir. Türk toplumlarında doğaüstü güçlerle iletişime geçtiğine inanılan kutsal kişi olarak tanımlanır.

Her Kam genel güçlerinin yanında uzmanlaştığı özel bir gücü vardı. Anlatılara göre yâdâcılığı seçen kamlar da Yâdâ taşı ile yağmur veya kar yağdırma gücüne sahipti. Bir savaş aleti olarak da kullanabiliyorlardı.  Taşların istenilen yerde deprem oluşturma ve düşmanı yenme gücü vardır. Yâdâcılığı seçmek isteyen kamlardan bunun karşılığında (çoğunluk kadın) doğurganlıklarından vazgeçme ve ömür boyu bekar kalma gibi fedakarlık beklenirdi.

Yâdâ taşı olarak bilinen yeşim, kristal taş olarak da bilinir ve doğada kendiliğinden oluşan doğal bir maddedir. Sodyum, kalsiyum, demir, magnezyum, krom, manganez, alüminyum içeren yeşim taşı Uzak Doğu ülkelerinde daha çok oymacılıkta kullanılmıştır. Bu taşla yapılan figürler Yeni Zelanda yerlileri Maoriler tarafından uğur taşı olarak benimsenmiştir. Ayrıca eski çağlarda Çin’de yapılan evlerin temelinde ve çatılarda evi yıldırımdan koruduğuna inanıldığı için kullanılmıştır.  Cennet taşı olarak da bilinmektedir. Yeşim taşı asırlar boyu mücevherat ve heykelcik yapımında kullanılmış, çoğunlukla yeşil renkte bulunan sert saydam veya yarı saydam bir taştır. Sarı, beyaz, kahverengi ve kırmızı renklerde de görülmektedir. Jade ve Nefrit olarak iki türü vardır. Kristal yapısı sayesinde ince işçilik uygulamalarına olanak sağlar.

Yeşim taşı

Turkuaz taşı

Burada bir başka tartışma da söz konusu… Yâdâ taşının aslında yeşim olmadığı ve bilinmeyen başka bir taş olduğu hatta renginin yeşil değil de “turkuaz” olduğu da söylenmektedir.  Ancak efsanevi karakterlerden birisi Hızır’ın da yeşil renk ile bağlantısı da oldukça ilginçtir. Türkçe’deki D/Z ses değişimi ile Hıdır veya Hıdır olarak söylenen kelimenin anlamı da yeşildir.

(bu bağlamda yazdığımız diğer bir yazı muhtemelen ilginizi çeker. https://anahtar.tv/2022/12/17/anglo-sakson-kultur-emperyalizmine-ve-vahsi-kapitalizme-yenilen-bir-kahraman-noel-baba/ )

Kamlara göre Yâdâ taşının kontrolü zordu ve bu sebeple bu taşları gücünü zayıflatmak, kontrol altında tutmak için genellikle üstlerinde deri çantalarda taşırlardı. (Elon Musk, zihin kontrolü ve yapay zeka konuşu bir başka yazımız için https://anahtar.tv/2022/11/03/elon-musk-teknokrasi-ve-yapay-zeka/ )

Hızır dendiği zaman aklımıza hemen çift boynuzlu başlığı olan Zulkarneyn geliyor. Kuran’da bahsi geçen Zulkarneyn’in Türk mitolojisindeki arketipsel (ilk örnek) karşılıklarından biri ise “Ayaz Ata”… Kimi araştırmacılara göre bugün her yaştan insanın tanıdığı “Ayaz Ata” geçmişte Yâdâcılık yapan oldukça güçlü bir kamdı. Elindeki asasının ucunda kristal taşlar yani Yâdâ taşları vardı ve bu taşlar güçlü yağış biçimi olan kar ve fırtınayı getirmekteydi. ( Zulkarneyn’in Türk mitolojisindeki diğer bir karşılığı ise çift boynuzlu miğfer ile betimlenen Oğuz Kağan’dır)

Yâdâ… Harp Silahı…

TDK sözlüğünde de bu anlattıklarımıza yakın bir anlamı olan Yâdâ taşının Türklerde kuraklığı engellemek, savaşlarda iklim olayları ve depremler ile kendilerine güç katmak gibi amaçlar ile kullanıldığı düşünülmektedir. Hunların düşmanlarına karşı yağmur, dolu, kar; fırtına , rüzgar gibi doğa olaylarının gücü sayesinde düşmanlarını yendikleri Batılı kaynaklarca kayıt edilmiştir. Bu konuda Fransız Türkolog Joseph De Guignes V. Asırda kuvvetlenen Avarların bir istilasını Yâdâ taşının gücü sayesinde engellediklerini yazmaktadır.

Bu konu ile ilgili en şaşırtıcı örneklerden biri ise Samanî hükümdarının yaşadığı olaydır. Samanî hükümdarı İsmail Bin Ahmed (892-907) esir Türklerin de içinde bulunduğu yirmi bin kişilik bir ordu ile Türklere saldırmak için hazırlığa girişir. Ordu içerisindeki Türkler akrabalarından haber aldıklarını ve yarın Türklerin kamları vasıtasıyla yağmur ve kar yağdıracağını söylerler. Bunun mümkün olamayacağını savunan hükümdar ertesi gün savaş alanında tepesinde biriken bulutlar ve çıkan gök gürültülerinden dolayı atından inerek Allah’a dua eder ve bir yolunu bulup oradan kaçar.

Cüveyni, TÂRÎH-i CİHÂNGÜŞÂ adlı eserinde Buyruk Han’ın Cengiz Han’a karşı bu taşa başvurduğunu kaydetmiştir. Yâdâ taşının kullanıldığının düşünüldüğü son savaş ise 18.yy sonlarındaki Osmanlı-Rus Savaşları’dır. Ahmet Öğreten hoca bu savaşlarda Yâdâ taşının kullanıldığını savunmaktadır.

Yâdâ taşı ilerleyen zamanlarda yazılı edebiyatın içine de girmeye başlamıştır. Bunun en güzel örnekleri Altay-Türk masallarından birisi olan ‘’Kara Atlı masalı’’ , ‘’Manas Destanı’’ ve Kazak-Kırgızların ‘’Er Gökçe’’ destanıdır.

Türk savaş tarihinde kullanıldığına hem doğulu hem de batılı kaynaklarca inanılan bir Yâdâ taşı mevcuttur. Bu taş sayesinde Türkler hem düşmanlarına karşı bir avantaj sağlamış hem de kuraklık zamanlarında susuzluğu gidermek için bu taşa başvurulmuştur. Peki, madem Haarp teknolojisinin arkasında Amerika var ve biz Türklere karşı büyük bir savaş açmış durumda; o zaman biz de bir Amerikan masalı ile yazıyı bitirelim.

“Sonsuzluk Taşları ya da Sonsuzluk Mücevherleri” veya bilinen orijinal adıyla Infinity Stones, Marvel Comics tarafından yayımlanan çizgi romanlarda görülen ve efsanevi olduğuna inanılan altı taştır. Bu gerçeküstü taşlar: Zihin, Gerçeklik, Uzay, Güç, Ruh ve Zaman olarak tanımlanmaktadır. Taşlar, Marvel Sinematik Evreni’ndeki çeşitli karakterler tarafından kullanılmıştır.

Sonsuzluk Taşları, Yenilmezler: Sonsuzluk Savaşı adlı filmde Thanos tarafından bir amaç uğruna toplandı. Thanos, insanların iradelerini kontrol etmekte başarılı olduklarını düşünmedi. Sürekli olarak kaynakları boşa kullanan ve israf eden insanların eninde sonunda kaynakları tüketip ölümlerine sebep olacağını kavrayan ve bu durumun çözülmesi için hareket geçmeye hazırlanan Thanos, gezegenindeki hükümdarlara bir teklif sundu: Sonsuzluk Taşları’nın kullanımıyla, evrendeki yaşamın yarısını ortadan kaldıralım. Ancak verdiği bu teklif karşısında deli muamelesi gördü.

Thanos, yaşadığı gezegendeki (Titan) kaynakların yetersizliği, nüfus artışı ve küresel ısınma gibi problemler baş göstermeye başladığında, evrende yaşayan canlıların yarısını ortadan kaldırmak ve evrendeki dengeyi sağlamak amacıyla Sonsuzluk Taşları’nı toplamaya başladı. Yenilmezler: Sonsuzluk Savaşı adlı filmde, hedefine ulaştı; ancak, Avengers: Endgame filminde Yenilmezler, Thanos’un yaptığı katliamları engellemek ve herkesi geri getirmek için kuantum fiziği kullanarak bir plan yaptı. Planın amacı, Thanos’un katlettiği canlıların yarısını geri getirmek ve Thanos’u durdurmaktı. Yenilmezler’in yaptığı plan, Tony Stark’ın hayatına mâl olmasına rağmen başarılı oldu.

Orijinal çizgi romanda yeşil olarak gösterilen sonsuzluk taşı daha sonra çekilen filmlerde sarı olarak betimlenmiştir. Hareketsiz olanı canlandırmanın yanı sıra, kullanan kişinin canlı ve ölü ruhları çalmasına, kontrol etmesine, manipüle etmesine ve değiştirmesine izin verir. Taş, ayrıca pastoral bir cep evrenine açılan bir kapı görevi görür. Tam potansiyelde, Güç Taşı ile birlikte kullanıldığında, kullanan kişiye evrendeki tüm yaşam üzerinde kontrol sağlar.

Çizgi romanda sarı olan taş ise filmde yeşil olarak betimlenir. Söz konusu taş, kullanan kişinin geçmişi ve geleceği görmesini sağlar. Zamanın akışını durdurabilir, yavaşlatabilir, hızlandırabilir veya tersine çevirebilir. Zamanda yolculuk yapmak, geçmişi veya geleceği değiştirmek, varlıkları yaşlandırmak veya evrenleri sonsuz zaman döngülerine hapsetmek gibi güçleri vardır. Tam potansiyelde, Güç Taşı ile birlikte kullanıldığında, kullanan kişiye her şeyi bilme ve geçmiş, şimdi ve gelecek üzerinde tam kontrol sağlar.

Sonuç olarak; biz hikâyeler, teoriler ve efsaneler arasında debelenirken evimiz, barkımız yıkılıyor, ekonomimiz ağır yara alıyor ve hepsinden de önemlisi insanımız ölüyor. Umarım bütün bunlar sadece masaldan ibarettir. Aksi takdirde deprem, afet, iklim gibi yıkıcı etkileri olan silahlarla başa çıkabilmemiz “şimdilik” oldukça zor.

Allah Türk milletinin yardımcısı olsun.

Sevgi ve saygılarımla…

Emre Gürcan

[email protected]

PS: Son olarak eğer ilginizi çekerse aşağıdaki youtube videosunda HAARP ile ilgili History Channel’da yayınlanan bir belgeselden 4 dakikalık videoyu izleyebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=JjeeG5vykEY

 

(Visited 388 times, 1 visits today)
Kapat
Yandex.Metrica